Yuksekovalı Çocuklar İstanbul'u geziyor
 
  Ana Sayfa
  Şiirler.
  Tarih
  İslam
  Tiyatro-Hikaye
  => Ölüler Evinde Dirilere (?) Nizannameler…
  => Kus Agaci
  => Ve Sen...
  => İç Dökümü
  => 23 Nisan Tiyatro
  => Ataturk Orotoryo
  Eglence
  Ask
  Ziyaretçi defteri
Kus Agaci

Kuş Ağacı..


“ Yağmur mevsimiydi kuş ağacının hikayesi kalemime kader diye tayin edildiğinde…. “

……………………..


Sakin yürüyüşüme eşlik eden şarkım pek de sakin bırakmıyordu ruhumu..Her yer ıslak.Hava nemli.Bulutlar bile halihazırda bekleşiyor..Ama yağmur yok..Üşümüşlüğü var….
Zihnimi talan eden düşünce yığınları mıydı yoksa üşümüşlüğüm bilmiyorum..

Onu görünce nisan yağmurlarının ılıklığında boy verip yeşeren çocukluğuma döndü bakışlarım..Severdim ağaçları.Varlığında en büyük nimetim olduğunu hissederek aldığım her soluğu ciğerlerimi çatlatırcasına içime çektiğim çocukluğum..

Şehirli çocuktum..Yaşadığım yerde ağaçları ancak müstakil evlerin bahçelerinde ve kaldırımlarda özel küçük kare çukurlarla kendilerine ayrılan topraklarında tanıdım..Ağaçlara tırmanmak yasaktı.Kimse yasak diye koşulamamıştı sözlerle halbuki.Ama o ağaçların hiç birinde bir çocuğun değil bir yetişkinin bile yetişebileceği kadar aşağıda kalacak bir dal yoktu..Kesmişlerdi…
Sokaklarda boyu tek katlı bir evin boyundan çok daha uzun ağaçlar bütün ihtişamıyla salınırken sevmezdim şehrimi..
Mahallenin büyük ağabeyleriydi onlar.Ve ben küçük bir çocuk…Dokunmayı severdim onlara ama ne kadardı ki boyum..

Ve müstakil evlerin ağaçları...Yeni yetme genç kızlar gibi süzülürlerdi gökyüzüne..Sokaklardakiler kadar heybetli olamasalar da ayrı bir zarafetleri vardı kuşkusuz..Ve onların dokunulmazlığı yoktu.Ama sadece büyüklere..Yasak yine yasaktı çocukluğumda. Ve şehrimde gördüğüm bütün ağaçlar yasaktı.. Çocuktum…

Çocukluğumu ömrümün nimeti kılan bahçenin ağaçları istisna elbet..Anneannemin bahçesi…
Sabahları gün doğmadan kalkıp ağaç dalları arasında kuşlar ve böceklerle beraber çok kere güneşin doğuşuna şahitlik etti “ her daim nemli, puslu ve ağlamaklı bakan gözlerim..” Kimseler bilmez..Güneşin en güzel doğduğu şehrin kızıydım ben..

Kalbime her günüyle, her yanıyla paslı demirler saplasa da, gurbetimin adı sılam olsa da..Güneş sevdirirdi orayı bana..Şimdilerde ışıksız kaldığımdan mıdır bilmem dar gelen sokaklar…

Anneannemin bahçesindeki ağaçlar..Bıkıp usanmadan dinlerdi benden insanlara anlatmadıklarımı. Ben “ sınırsızlık ” derdim. Neden her şeye ile de bir sınır biçilmiş..

Çocuk aklımın zorlandığı sınırlardı..
“Evinden uzaklara gitmemelisin..” Oysa uzaklar her zaman çağırırdı insanı.. gidilmeliydi.. gidilebilen hiçbir yer uzak değildi ki…
“ Yabancılarla konuşmamalısın. “ Oysa insan konuşmadığında susardı kainat.. Ve doğrular yalanlara karışırdı.. kimse konuşmadığı ve doğruyu “ bak işte bu doğru olan “ diye söylemediği için..

“ Hava kararmadan önce eve dönmelisin.. “ Oysa günün en güzel demleriydi akşamlar ve geceler.. insanlar çekilince ortalıktan.. gecenin seslerini duyabilirdi sessizliğe özlem duyanlar..

“ Yağmurlu ve soğuk havalarda dışarıda olmamalısın..” Nedendi ki? yağmur kadar güzel bir şey yoktu ki dünyaya düşen.. hiç kimsenin ve hiçbir şeyin dokunuşu yağmur kadar okşamazdı ruhu.. bilmediklerinden mi yasaktı yağmurlar, tatmadıklarından mı? korktuklarından mı yağmurun müthiş yumuşaklığının kalplerini sarıp ta merhametlerini açığa çıkaracağından? ?

Sitem ederdim o bahçenin ağaçlarına “ bakın siz çok şanslısınız.. Etrafınızı yarım metrekarelik bir alanla sınırlandırıp bu çizginin dışına çıkmamalısın diyen kimse yok.. benim sokağımdaki ağaçlar hep hapis.. tıpkı benim gibi.. Sizler burada bahçenin büyüklüğüyle bile sınırlı değilsiniz..Çünkü bahçenin bile sınırı yok.. kökleriniz toprağın altında istediği her yere uzanabiliyor…

Kollarına alırdı beni ağaçlar..Mutluydum orada…
…………………………………

Arkadaşımın kolumdan tutup sabırsız bir hareketle çekiştirmesiyle rüya bitti..
Uyan LeyLi.. Dokunduğun şey ne Seni sarıp sarmalayan o ağaç ne de o bahçe…

Mızmızlandı güzel arkadaşım..
“ Rezil ediyorsun beni hep böyle “
“ neden? ne yaptım ki? “
“ bir de sormaz mı ne yaptım diye, tam 20 dakikadır o ağaca elini yapıştırmış aptal aptal bakıyorsun ona.Yanımızdan her gelip geçen durup ağaçta ne var diye baktı “
“ sen baktın mı peki? “
“ evet, Eğri büğrü her bir yanından darbe almış gibi yamuk, çirkince bir şeydi. Bir de neden durup dokunduğunu anlayamadım.. “
“ Dokunmayı denedin mi peki? “
“ aman ne dokunacam.. yaprağı bile yok. Kuşlarla dolu. Az daha dursan batacaktı her yanımız. Kuş ağacı mübarek.. “

“ Dokunmak bambaşka bir şey.. bazı şeyleri dokunmadan algılayamaz insan.. düşünsene: sevgilinle istemeden girdiğiniz çok şiddetli bir tartışmanın tam ortasında, hiçbir şey söylemeden sadece onun yüzüne sevginle dokunduğunu..Ellerini, onun senin sevgini hissedebilmesi için kullandığını.. sence o tartışma devam eder mi böyle bir anda? “

“ haklı olabilirsin.. ama ben dokunmaya hazır değilim ne sevgilime ne de o çirkin ağaca.. hıh… “

Herkes kendi baktığını görüyordu muhakkak... Dokunmak için insan neye hazır olmayı beklerdi ki?

Gülümsedim..” iyi... “ diye tek kelimelik bir mırıltı döküldü derin nefes alışlarımla beraber.. Ve nihayet sustu.. Bilirdi.Tek kelimelik cevaplar.. “ yeter artık uzatma ve biraz sus “ demekti..

Yeniden şarkımı mırıldanmaya başladım. Üşümüyordum ve yağmur başlamıştı……


22 / 03 / 2009 / Pazar.....
Leyli...

 
   
Bugün 1 ziyaretçi (46 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol